Babamın ailesinin köydeki evi eski kooperatif binasının oradan aşağıya salındığında yolun sonundaki son evdi.
Yolun bir tarafında evler sıralanıyor, karşı tarafında bahçelerin hemen kıyısında yağmur yağdığında bir hayli dolan küçük bir dere oluşuyordu.
Avludan içeri girdiğimizde bir tarafımızda babaannemin diktiği karadut ağacı büyüyordu.
En küçük amcam o ağacın yanında serçe yakalayıp bana sevdirip sonra yeniden bırakmıştı.
Her köy evinin olmazsa olmazı odunluk, samanlık ve bir zamanlar keçilerimizin ve hatta bir atımızın da bakıldığı bir dam...
Damın çatısını kaplayan erik ağacına ablamla tırmanır, kiremitlerin üzerine yatarak erik yerdik.
Arka tarafta bahçede babaannemin kabakları tarlayı kaplardı.
Yeşilin her tonundaki kabaklardan kuzine sobada pişirdiği o küçük kabakların tadını onlarca yıl geçmesine rağmen hala hatırlıyorum.
Bir de pancarlar olduğunda avluda kaynatıp dilimleyerek yedirdiği pancarı.
Ben bir daha pancar yemedim mesela.
Babaannemin böyle değişik, sade ama çok lezzetli tarifleri vardı.
Sütü o binlerce parçadan oluşuyormuş gibi gelen süt çekme makinesinde çektikten sonra peynir yapar, tuzlanmadan önce birer büyük dilim elimizde yiyerek gezerdik avluda.
Keçiler iyiydi de tekeler eğer avludaysa bizi evin kapısından çıkarmazlardı.
Demir kapıyı tekmeletecek kadar niye sinirlendiriyorduk bilmiyorum, çocukluk işte...
Dedem evin üst katındaki avluyu gören camın önündeki sekide otururdu hep.
Ben de hemen dizinin dibinde.
Bir gün ben de o camdan bakarken bir şeyle oynayan, siyah tüylerinin arasında yer yer beyazlıklar olan bir kedi gördüm.
Dikkatimi çekmişti.
Tutuyor, sonra fırlatıyor sonra yeniden yakalıyor, yeniden fırlatıyor.
Bir fare yakalamıştı ve onunla oynuyordu.
Çok acımasız gelmişti.
Yemiyordu, oynuyordu...
Çocuk halimle çok içim acımıştı.
Kedi kendi doğasını yaşıyordu da insan dediğimiz neyi yaşıyordu?
Her şey çok bulanıklaştı.
Kim avcı, kim ya da ne av?
Serengeti'de sıradan bir gün gibi yaşıyoruz artık her günü.
Sürekli tetikte olmak, en basit şey için bile savaşmak zorundayız artık.
Sırf elinde bir güç var diye kedinin fareyle oynadığı gibi insan onuruyla oynayabiliyorlar kolaylıkla.
Onlarca yıllık dostluklar bir telefon yakınlığından tamiri mümkün olmayan büyük bir mesafeye dönüşüyor.
Memleketime doğru bir kaç saatlik mecburi ziyaretimin en keyifli kısmı aradaki yolu gitmekti.
Ben artık çoğunlukla o aradaki mesafelerde kendimi bir yerde gibi hissediyorum.
Arafta kalma durumu o kadar işledi ki bünyeye, evim orası gibi, dostum orası gibi, normal olan orada olmak gibi.
Babaannem vefat ettikten sonra dedem bütün itirazlara rağmen evi sattı.
Bütün anılarım, erik ağacının dalları, keçiler, köpek yavrularımız, yolun karşısındaki yağmur deresinin sesleri...
Hepsi arafta benimle birlikte bir sandığa yerleştirilip o evden taşındı.
Yorumlar